bugünlerde çocukluk anılarımla boğuşuyorum. dedem yıllar önce anılarını kaleme almıştı. abimin bir arkadaşı kitabı basmaya karar verdi. yayınevi sahibi tanıdık olunca, kitabın düzenlenmesi için benden yardım istedi. ben de bir haftadır kelime kelime çocukluk anılarıma gömüldüm. hayatım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti anlayacağınız. bayağı yaşlandığımı hissetttim aslında. unutmuşum. bir yandan teknik bi takım düzeltmelerle uğraşırken, yok efendim virgül sonrası boşluk, cümle başı büyük harf, paragraf arası 2 punto, vs. vs. ... bir yandan da izlediğim eski bir filmi yeniden izliyormuşum da, izledikçe hatırlıyormuşum gibi... bir çocuk için pek de anlaşılır geçmeyen o yıllara döndüm.
kitap, bu sene 25. yılını kutlayacağımız (!) 12 eylül sonrası cezaevine giren dayımın ve arkadaşlarının içeride yaşadıkları sıkıntıları ve bu sıkıntıları kamuoyuna duyurmaya çalışan anne ve babaların (sadece dedem varmış aslında baba olarak) o dönemki mücadelelerini, anılarını içeriyor. darbe dozer gibi ezmiş geçmiş bizim aileyi. 100 sayfalık kitabı noktası, virgülüne kadar düzeltirken araya gözyaşlarımı serpiştirdiğimi de itiraf edeyim bari.
ya ne kötü bişey aslında. bi yandan da güzel. öyle bir dünyada büyüyorsun ki, inanılmaz kalabalık; eve giren çıkan belli değil, yoğun; haftada bir gün görüş, üç gün mahkeme, alınacak kitaplar, yıkanacak, ütülenecek kıyafetler, tedirgin; ya dedemi de içeri alırlarsa, ya dayım hiç çıkmazsa, koşuşturmacalı; ihd'deki kimisi eğlenceli, kimisi ağlamalı toplantılar, görüş öncesi alışverişler... büyüyorsun, bilerek, görerek, anlayarak, bir sürü insan tanıyarak. sonra okula başlıyorsun, başka başka insanlar tanıyorsun.. bakıyosun, kimse senin gibi yaşamıyor. herkesin çekirdek bi ailesi, okulu, en fazladan bi tane evcil hayvanı var. senin için dağ gibi büyük olan sorunlar, o koskoca dünyayı kimse tanımıyor, bilmiyor ve erkenden tanışılan "öteki olma" duygusu.
çok merak ediyorum. kaç kişiyiz acaba? şu anda 20li yaşlarının sonunda olan, tüm çocukluğu cezaevi kapılarında geçen, resmi ve dini bayramları sadece açık görüş olarak algılayan, büyürken olgun olmak ve her daim ailesini anlamak zorunda kalan, okula başladığı gün ilk öğütünü, "sakın ha sol görüşlü olduğumuzu, dayının cezaevinde olduğunu kimseye söyleme" diye alan, haftada bir gün okuldan gizli gizli kaçıp dayısını, amcasını, babasını 5 dakika görmek için şehrin öbür ucuna doğru yola çıkan, her biri cezaevinde yakını olan, kendileri de cezaevine girme tehlikesi içinde yaşayan bir kalabalığın içinde büyüyen ve böyle bir ortamda, 12 Eylül sonrası x kuşağı-y kuşağı arasında gelişmiş ve aslında bölünmüş bir kişilikle hayata tutunmaya çalışan kaç kişi var?